içinde ,

ARAMA MOTORU

Bir insanın kafasının karışık olduğu dönemlerden birine her an rast gelebilirsiniz. Zaten kafa, yapı olarak karışık olma eğilimindedir. Kaval kemiği gibi düz bir hat çekmez. Hani kırmızı balık gölde kıvrıla kıvrıla yüzer ya, işte dıştan bakınca ampule benzeyen sert bir kemik dokusu içinde kıvrıla kıvrıla yerleşen ve adına ‘Beyin’ dedikleri bir organın faaliyetleriyle ilgilidir tüm olanlar. Bu organ, doğu ve batı yarım küreler olarak iki devre halinde kafatasının içine zar zor sığmıştır. Dili olsa “Abi biraz nefes alayım, tıkandım!” diye feryat etmesi muhtemeldir.  Üstüne bir de biz insanoğlu, bu darlanmış organı üstün kabiliyetimizle iyice içinden çıkılmaz bir hale getiririz…

Teknoloji çağına kazasız belasız ulaştıktan birkaç yıl sonra hayatımıza “Google” girdi. Hepimiz,  bayramda el öpen bebeler gibi tek sıraya girip O’na olan hürmetimizi kendimizce sunduk. “Bana ne lan, ne sunacam!” diye artistlenenler bile merak ettikleri her şeyi masaya oturur oturmaz yalnızca O’na arattılar. Devir O’nun devriydi. Çocukken bir evin entelektüellik katsayısını gösteren ve taşınma esnasında en az 5 koli yer kaplayan ‘Meydan Larousse’ lar artık yoktu. Yerine Google vardı. Hatta sözlüklerin verdiği kısıtlı bilgilerin çok ötesinde bir hizmet ağına sahipti. Açken bilgisayar masasına Google ile oturan tok kalkıyordu.

Eskiden çekinip de babamıza soramadığımız; bunun yerine mahallenin serseri abilerine danışmak zorunda kaldığımız en mahrem konuları bile rahatlıkla O’na danışabiliyorduk. Giriş logosunda verdiği sublüminal mesajda adeta “Cevaplamazsam şerefsizim” der gibi duruyordu. Bu duruşuyla da dosta güven veriyordu;  gerçi düşmana da güven verirdi(Bu konuda pek insan ayırmazdı). Artık kitap okumadan, ödeve başlamadan, film izlemeden ve bazı güdülerimizi doyurmadan hemen önce direk kendisine tıklıyorduk(Normalde bir insana ‘danış’ılır, ‘tıkla’nmaz).

Tüm mesele; türüne “Arama motoru” dedikleri bu komisyoncuda neyi, hangi amaçla arattığımızdı…

çizgi: evrensel barış berkant

Adıma hitap ettiklerinde bile birkaç saniye boş boş bakan bir adam görüntüsü vermeye başlamıştım. Bazı basit günlük faaliyetleri unutuyor, düz yolda yürürken arada yengeç gibi sendeliyordum. Saati soranlara tarihi söylüyor, annemin evlenmeden önceki soyadının ikinci ve beşinci harfini soran yetkiliyi “Babam daha bilgili” deyip savuşturuyordum. Yakın arkadaşlarım durumu fark ettiklerinde beni bir doktora götürmeyi teklif ettiler. Reddettim. Uzak akrabalarım ise “Kimin kızına aşıksın la köftehor?” şeklinde yaklaştılar, direk uzaklaştım. Herkesin buluştuğu ortak payda ise, normal olmayan davranışlarım ve dalgınlıklarımdı. 

Eve geldim. Bilgisayarımı açar açmaz Google’ı ziyaret ettim. Arama panelinde ‘Psikolog’ sözcüğünü arattım. Çıkan ilk adresteki irtibat numarasını aradığımda seans ücretinin 350 TL olduğu bilgisi verildi. Bu para biraz kulağımı biraz da başka organlarımı tırmaladı. Çok sinirlendim. “Adam mı s..iyorsunuz siz?!?” diye tepki verdim. “Hayır beyefendi, insan tedavi ediyoruz.” şeklinde yanıt gelince teşekkür edip telefonu kapattım. En yakın dostuma ihtiyaç duydum; ona açılmak, derdimi paylaşmak istedim. Ancak en son benzer bir durumda onunla dertleştiğimde, birlikte soluğu jandarma karakolunda aldığımızı hatırlayıp bundan da vazgeçtim.

Aslında gerçek anlamda en yakın dostumun o an tam da karşımda beni beklediğini fark ettim: Google!

Bir dosttan daha ne beklenebilirdi ki? Ne sorsan karşılık beklemeden cevaplıyor, derdini ister yazılı ister sözlü olarak kabul ediyor, sen dürtmesen o seni hiç rahatsız etmiyordu. Fazlasıyla da entelektüeldi. Evlensem tam anlamıyla evimin kadını, çocuklarımın anası olacak karakterdi. Hal böyle olunca kendisine danışmak için arama kısmına ‘zihinsel yorgunluk’ yazmak üzere şehvetlendim. İlk birkaç heceyi tuşlarken hemen altta daha önce arattıklarım gözüme çarptı:

“Robot süpürge fiyatı”, “Hagi unutulmaz goller”, “Küçük İbo-Ah be Yarim”, “Netflix bilim kurgu”, “Jennifer Lopez kalça ölçüleri”…

Ekrana öylece bakakaldım. “Bu ne lan?!?” dedim. Bir insan kendi gel-git’ lerinden kaç saniyede ve ne kadar soğuyabilirdi? Bunu iliklerime kadar yaşadım. Araştırmaya devam etmedim. Sinirle bilgisayarı kapattım. Sorun tek başına ve kabak gibi ortada duruyordu: Beynimi gereksizlerle doldurmuştum! Hemen ayağa kalkıp aynanın karşısına geçtim ve beynimden özür diledim. Ona çok yüklendiğimi belirtip hakkını helal etmesini istedim. O an zihnimde bir ses yankılandı:

– Abi ziyanı yok. Ayrıca 94.

Konuşan beynim miydi? Sanırım kafayı yiyordum! “Ne 94, anlamadım?” diye sordum.

– Jennifer… Kalça…

Çift Lavaş köşesiyle, İlke Dalkılıç Hardalist mizah dergisinde

Sence nasıl?

Hazırlayan: İlke Dalkılıç

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

GIPHY App Key not set. Please check ayarlar

Ojesi Biten Kadınlara Öneriler

Bahtsız Bedevi ve Çölde Kutup Ayısı Karikatürü